Zülfü Livaneli'nin bu iki kitabını da okudum. İkiside güzel kitaplar ama bence Seranad daha güzel içinde bilmediğim bir olayı öğrendim ve biraz araştırdım. Struma Olayı ikinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerden kaçan Yahudileri Filistin'e götürmek üzere Romanya'dan yola çıkan Struma gemisi İstanbul açıklarında bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılıyor. İstanbul açıklarında motoru bozulan ve yolcularının karaya çıkmasına izin verilmeyen geminin batırılması sonucu 768 kişi hayatını kaybediyor ve bunların 103 ü çocuk. Struma'nın batışı ikinci Dünya Savaşı'nın denizde en fazla sivil kayba yol açan olayı olarak tarihe geçmiş.23 Şubat 1942. Bir de Livaneli bu olayı aşkla bağdaştırınca ortaya harika bir roman çıkmış. Ben iki kitabı da okuyun derim.
Kardeşimin hikayesi arka kapağında şöyle yazıyor;
Aşk bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir.
Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlar her şey. Dünyadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikâye, daha doğrusu hikâye içinde hikâye de böylece başlar. Modern bir Binbir Gece Masalının kapıları aralanır.
Her sayfada yeni bir gerçekliği keşfedecek, kuşku ile kesinliğin sınırlarında dolaşacaksınız.
Ben romanın sonunun mutlu bitmesini isterdim. Nedense hep kitapların mutlu son olmasını istiyorum. Bu çok fazla Türk filmi izlememden olabilir.
Serenad'ın arka kapağında ise;
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.
Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.
Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.
güzele benziyor :)) paylaşım için teşekkürler
YanıtlaSilOkumanı tavsiye ederim. Kitapların hikayeleri güzel sevgilerle
SilBen kardeşimin hikayesini serenaddan önce okudum...sonra serenadı okumaya başladım ama kitabın ortasında takılır kaldım niyeyse, en kısa zamanda onu da bitirilmem...kardeşimin hikayesine bayılmıştım hatta onunla ilgili bloğumda bir yazım var merak edersen.
YanıtlaSilhttp://bencesezence.blogspot.com/2013/05/kardesimin-hikayesi-zulfu-livaneli.html. Bu bağlantıdan bakabilirsin.
Kesinlikle tavsiye ederim okumayanlara
Yazını zevkle okudum. Ben mutluluğu 2005 yılında okumuştum. Çok etkilenmiştim filminide izledim. Tabiki filmin sonu ile kitap aynı değildi. bir arkadaşımda senin gibi kardeşimin hikayesini seranad'dan daha çok beğenmişti. Ama ikiside hatta üçüde Mutlulukta çok güzel zaten çok iyi bir sanatçı Zülfü Livaneli...sevgilerle..
SilBloğunuzu yeni keşfettim ve çok beğendim.Kardeşimin Hikayesini okuyorum güzel gidiyor.Zülfü Liavaneli'nin Leylanın Evini de tavsiye ederim.
YanıtlaSilTeşekkürler, bende okumak istiyordum Leyla'nın evini tavsiyeniz için teşekkürler.
Sil